Günlük
Eşim'e;
Birinci gün.
Dünkü yağmurdan ıslanmış kaldırımlarda pırıl pırıl parlıyor güneş.
Taze bir sabah serinliği doluyor penceremden.
Derin derin soluyorum bu zamansız güneşi.
İkinci gün.
Ne şanslıyım!
İki gün üst üste güneşli bir sabaha uyanıyorum.
Küçük pamuk taneleri gibi uçuşan beyaz bulutları saymazsak, masmavi bir gökyüzü!
Bir gökyüzü daha mavi olabilir miydi?
Üçüncü gün.
Yine güzel bir sabah güneşine uyandım.
Bir fincan kahve yaptım kendime,
gün başlamadan balkonda oturup sandalyeme
aylaklık ettim bir vakit.
Sonra denize gidesim geldi.
Rengi solmuş şortumu giydim, mavi bir havlu atıp sırtıma, ayaklarımda ucuzluktan aldığım terliklerim, öğlen olmadan yürüdüm iki sokak gerideki kumsala.
Deniz çarşaf gibiydi
Güneş parlak ve büyüleyici
Deniz ve gökyüzü
daha mavi olabilir miydi?
Dördüncü gün.
Yağmurun nasıl bir şey olduğunu unuttum artık.
Kuşlar birer birer dönüyorlar gittikleri yerlerden.
Ayaklarım beni belediyenin önündeki parka götürdüler.
Çocuklar saklambaç oyunuyorlardı gülerek.
Bir seyyar dondurmacı geçiyordu, bir külah taze, süt kokan dondurma aldım.
Bir çınarın gölgesindeki banka oturdum.
Elimde dondurma, gelen geçeni seyrettim.
Birisine saati sordum kibarca.
Kibar bir beyefendiydi, söyledi.
Teşekkür ettim.
Saatle bir işim yoktu halbuki.
Yalnız, bir insana selam verip teşekkür etmek istemiştim.
Saat kaçtı, onu bile unuttum şimdi.
Gün bilmem kaç?
Artık saymıyorum günleri.
Her sabah penceremde açıyor güneş.
İki menekşe aldım.
Biri mor, diğeri mavi.
Nasıl güzel açtılar onlar da benim gibi.
Sen geldin geleli.
Sinan İşlekdemir
(Bu, seni seviyorum demeden, seni seviyorum demenin bir haliydi)