Peter Pan

Peter Pan
Photo by Luca Dugaro / Unsplash

Eskiden fantastik hikayeler yazarken artık Tavuk Suyuna Çorba yazmaya başladım. Hayat ne tuhaf.


“Ona anlatmalısın” dedi yaşlı adam.

“Pardon, anlamadım? Bana mı söylediniz?” Genç adamın yüzünde hayal kırıklığı, acı, yalnızlık ve yanına davetsiz gelen bu yaşlı adamın şaşkınlığı ile belli etmemeye çalıştığı hoşnutsuzluğu vardı.

“Kusura bakmayın. Konuşmanıza kulak misafiri olmak istemezdim. Ancak gelin görün ki, insan altmış yaşını geçerken daha önce sahip olmadığı, engellenemez bir merak duygusunun ya da hastalığının esiri oluyor. Oturmamın bir mahsuru yoktur umarım?”

Yaşlı adam elindeki pardesösünü dikkatlice katlayıp sandalyenin arkasına astı. Gazetesini masaya bıraktı. Bir süre çay behçesinin önünden gelip geçen insanlara baktı.

Genç adam “Size iyi günler” diyerek ayağa kalkmaya başlarken yaşlı adam gözlerini denizden ve kordon boyundan ayırmadan devam etti.

“En fazla otuz yaşındasın. Bu da en az kurk yıl daha, hiç bitmeyen ve gittikçe katlanan, ruhunu bir mengene gibi sıkacak derin ve karanlık bir yalnızlığın olacak demek. Eğer kalkıp gidersen, sana engel olamam. Görüyorsun, yaşlı bir adamım. Zaten uğraşamam da. Ama kalırsan, muhtemelen şimdiden ruhunu sarmaya başlayan ve her tanıştığın insanda seni tekrar hayal kırıklığına uğratan o uğursuz hislerini paylaşabilirim. Belki hatta, yeterince inanırsan bana, bir Peter Pan gibi seni pencerenden alır, elinden tutar ve rüyalar ülkesine uçurabilirim.” Bu son cümleyi söylerken yüzünde sıcak ve samimi bir gülümseme vardı. Genç adam, bu yaşlı adamın, traşlı temiz yüzü, takım elbisesinin düzgünlüğü ve dik duruşundan bir güven hissi duymuştu. Bir şey söylemeden geri oturdu. Söyleyecek bir kelimesi de yoktu. Sadece vazgeçmişlik vardı ve bacaklarının onu herhangi bir yere götürebilecek kadar güçlü olduğundan emin değildi.

“Bak ben yaşlı bir adamım. Adımın ya da kim olduğumun bir önemi yok. Hatta, tanışmıyor olmamız, bu sohbetin en önemli noktası. Ben senin arkadaşın değilim. Akraban değilim. Komşun değilim. Tanımak zorunda olduğun birisi, kesinlikle değilim. Hayatında bir taraf değilim. Bu konuşmayı seni tanıyan birisiyle yaşamazsın. Eğer yeterince deliysen, hayalinde bir Peter Pan yaratıp onunla konuşursun belki. Bilmiyorum. Ama yaşlı ve yabancı bir adamdan kimseye zarar gelmez değil mi?”

“Kahve içer misiniz?” diye araya girdi genç adam sıkıntılı bir ifadeyle.

“Su yeterli. Altmış yaşından sonra kahve içince tuvalet arayıp duruyor insan.” İkisi de gülümsediler.

“Neyi anlatmalıyım ona?” Garson kahve ve suyu masaya bırakıp çekildikten sonra sordu genç adam.

“Sadece ona değil. Herkese. İnsanlar, söylemesi en zor şeyin duygular olduğunu zannederler. Ya da bir ölüm haberi. Aşk, öfke, mutsuzluk gibi duygular arsızdır ve güçlüdür. Onları söylemek, bir anlık harekettir. Hatta söylemeden de yüzün ele verir. Haykırıştır.”

Yaşlı adam suyundan bir yudum aldı. Derin bir nefes çekti. Bir çocuk, elinde bir ayıcıkla durmuş denizi izliyordu. Yaşlı adam da çocuğu. Sonra genç adama döndü. İlgiyle sözlerinin devamını beklediğini gördüğünde içten içe mutlu oldu. Demek ki, dinlemesini bilen birisiyle konuşuyurodu. Söylediklerim boşa gitmeyecek, diye düşündü.

“Hiç şu cümleyi duydun mu? -Benimle konuşurken yüzüme bak! Ya da belki -Benimle bu şekilde konuşamazsın!”

Genç adam konuşmadan önce soruyu doğru anlayıp anlamadığından emin olmak istedi. Soru, beklediğinden çok daha basitti. Bir an için karşımdaki yaşlı adama fazla mı değer verdim diye düşünmeden edemedi.

“Filmlerde ve kitaplarda belki binlerce kez” diye cevapladı yine de.

“Hmm. Sadece filmlerde ve kitaplarda mı? Sen mesela bu cümleleri hiç kullanmadın mı?”

“Bu cümleler biraz küstah ve kaba değiller mi?” diye sordu genç adam.

“Öyle mi düşünüyorsun? Peki bunları söylersen ne olacağını düşünüyorsun?”

Genç adam yarı şaşkın, yarı umursamaz, sanki herkesin cevabını bildiği bir soruyu yanıtlar gibi cevap verdi:

“Kavga çıkar herhalde. Kapılar çarpılır. En iyi ihtimalle kalpler kırılır” dedi.

Yaşlı adam bıyık altından gülümsedi.

“Bu düşüncen dandik senaristlerin filmlere biraz drama katmak için ortaya attıkları saçmalıklardan birisi. Gerçekte olacak olan şey şu. Herkese durması gererktiği yeri anlatmış olursun. Kendi çizgini çizer, insanların sana nasıl davranmaları gerektiğini öğretirsin. Ve onlar buna saygı göstererek bu isteğini yerine getirirler. Hiçkimse, tarlasının etrafina çit çekti diye bir çiftçiyle kavga etmez. O kişinin kendi özel alanıdır. Sen de özel alanını belirlemiş olursun.”

Genç adam bu söylenenleri aklında tartmaya başlıyordu.

“Bu hala biraz küstahça değil mi? İnsanlara bizimle nasıl konuşacaklarını söyleyemeyiz. Altmış yaşına geldiğinde belki huysuz bir ihtiyar olma hakkın vardır ama..”

“Hayır bu hiç küstahça değil. Aksine bu en insanca duygu. Sana bu örneği olumsuz bir noktadan verdiğimin farkındayım çünkü olumsuz duygular genellikle olumlu olanlardan daha güçlüdür. Daha akılda kalıcı ve daha sinirleri zorlayıcı olurlar. İnsanlara, sana nasıl yaklaşmaları gerektiğini gayet güzel söyleyebilirsin. Söylemelisin.

Bak mesela, az önceki genç hanıma, seninle konuşurken telefonuyla ilgilenmesini istemediğini söyleyerek konuşmaya başlayabilirdin. Ve bu konuşmanızın tamamını değiltirirdi.”

“Nasıl yani? Ne gibi?”

“Eğer bunu söyleseydin, o zaman söylemek istediklerinin senin için gerçekten anlam ifade ettiğini anlardı. Senin konuşmanı yüzeysel dinlemez, senin ona yüklediğin bir kamyon yükü anlamı anlamak için can kulağıyla dinlerdi. Sana kırılmazdı bunu söylediğin için. Telefonunda acil bir işi varsa, en fazla senden müsade isterdi. Ama insanlar sana biraz olsun değer veriyorlarsa, senin bu isteklerini anlayışla karşılayacaklardır.”

“Sanırım ne demek istediğinizi biraz anlar gibiyim. Ama yani...”

“Ama onların sana verdikleri değeri sen kendine vermiyorsun. O yüzden aklından hiç olmayacak senaryolar varsayıyorsun. Oysa bir anlatsan insanlardan ne beklediğini ve ne istediğini, gerçeğin hiç de filmlerdeki gibi olmadığını anlayacaksın” dedi yaşlı adam. Ardından suyundan bir yudum daha aldı. Ve devam etti.

“Yalnızlığını tanıyorum. Az önce kalkıp giden kızcağız gibi, teker teker tüm arkadaşlarına, sevdiklerine sessizce küstün. Üstelik onlara hiçbir ip ucu vermeden. Onlara, olup biteni düzeltme şansı tanımadan küstün. O kıza da küstün az önce, biliyorum. Küstün çünkü onun, senin senin sahip olduğun derinliğe sahip olmadığını düşündün. Seni ciddiye almadığını, seni anlamadığını düşündün. Ama kendini anlatmadın. Seni anlaması gereken yerlerin altını çizmedin. Ona bir fırsat vermedin. Diyorsun ki, aynı duyguları paylaşsaydı, seni can kulağıyla dinlerdi. Çünkü sen böyle yaparsın değil mi? Değer verdiğin insanları dikkatle dinlersin. Ama gerçek şu ki, bu konu bir değer verme ya da dinleme konusu değil. İnsanlara isteklerini, hangi sözüne karşı nasıl bir tepki beklediğini, beklentilerini anlatmak en başta sahneyi kurmak için önemlidir. Her diyalog, yaşantımızdaki her enstantene, kendisine ait bir sahnede gerçekleşir. Belki sahildeki bir çay bahçesinin az önce giden arkadaşın için anlamı hiç duygusal değildi. Belki başka bir takım anıları vardı ve bu onun aklında bir başka sahnenin yaşanmasına yol açıyordu. Senin hayal dünyadanda Ballade pour Adeline çalarken onun hayal dünyasının bambaşka müzikler vardı. Senin repliklerinin hiç de uygun olmadığı bir sahneydi onunkisi. O yüzden söylediğin tüm o anlamlı sözcükler belki de bir komedi filminde son buldular. Oysa ona beklediğin duygulardan söz etseydin: Mesela, bir cümleye “bu benim için çok önemli ve söylemesi zor, duygusal bir şey anlatmak istiyorum, lütfen beni yargılamadan, fikir vermeden sadece dinleyebilir misin?” diye başlasaydın, bu kesinlikle sahneyi kurmanı sağlar ve karşındakine, senin kurduğun sahneye geçme fırsatı tanırdı. Ondan bu hakkı esirgeyip bir de üstüne küsüyorsun.

Tabi bunlar işin sadece drama tarafı. Bak, bizler sosyal canlılarız. Gruplar halinde yaşıyoruz. Bu bizim duygusal evrimimizin bir sonucu. Ekip olmak, takım olmak, bizi daha güçlü yapar. Evlenmemizin, aile kurmamızın, işimizi ekipler halinde yapmamızın, hepsinin temel amacı bu birliktir. Bir anne ve bir baba, bir yavruya tek bir ebeveynden daha rahat bakabilir. Ama tüm bu sosyal etkileşimlerde en önemlisi beklentileri net belirleyebilmektir. İş bölümüdür. İş yerinde görev tanımın nettir. Senden beklenenler nettir. Bu sayede ne yapman gerektiğini bilirsin. Kimden neyi isteyebileceğini bilirsin. Bir başka görev tanımını üstlenip üstlenemeyeceğini bilirsin. Kimle birlikte çalışman gerektiğini bilirsin. Görev tanımlarının net olduğu ve gri alanların bırakılmadığı işletmelere kurumsal diyoruz. İnsanlar, kurumsal şirketlerde kendilerini güvende hissederler. Çizgiler çizilmiştir. Çarklar onlarca hatta yüzlerce yıl rahatça çalışabilirler. Aşklar, evlilikler de inan bundan daha farklı değil.Yaşlı bir adama mutlu evliliğin sırrını sorarasan, konuşmaktır derim. Evlendiğin ilk gün, ev işlerini kimin ne kadar bölüşeceğini konuşmalısın. Yatakta neler beklediğini, çocuğun altını kimin alacağını konuşmalısın. Eğer birbirimizin zihnini okuyabilseydik dünya çok boktan bir yer olurdu. Okuyamıyoruz. O yüzden karşındaki de senin zihnini okuyamayacak. Eğer duymak istediklerin varsa, karşındakine ne duymak istediğini söylemelisin. Bu sayede, karşılıklı beklentileriniz netleşir. Ve orta yolu bulabilir ya da bulamayabilirsiniz. Ama kendini bir çaresizlik kuyusuna atmamış olursun.”

“Aynı iş görüşmelerindeki beklentiler sorusu gibi?”

“Evet aynen öyle. Her ilişkinin flört dönemi bir iş görüşmesindeki beklentiler kısmını içermelidir. Bunu unutursan, sonrasında karşına gelenlerden şikayet edemezsin. Otur ve konuş. Seni nasıl dinlemesini istediğini anlat. Onu dinle. Yaşlandığında nasıl bir hayat yaşamak istediğini anlat. Hayallerini anlat. Planlarını anlat. Onun bu planlarda nerde durduğunu ifade et. Kaç çocuk istediğini anlat. Hangi konserlere gitmek istediğin, sabah yürüyüş mü yapmayı yoksa oturup güzel bir kahvaltı hazırlamayı mı tercih ettiğinden bahset. Kahve mi çay mı seversin. Maç izler misin? Yoksa kitap kurdu musun? O da kitap okumayı seviyor mu? Sevmiyorsa, bu sende nasıl bir etki yaratır, bunları konuş. Ama konuş. Sen sustukça, insanları da bir sisin içinde bırakacaksın. Kimse belirsizlikte durmak istemez.”

Genç adam iki sebepten dolayı güldü. İlki, nadiren gelen o aydınlanma hissiydi. İkincisi için ise kahvesinden bir yudum daha aldı.

“Siz yaşlıların kulakları ağır işitir sanıyordum” dedi.

“Asla! Duymak istediğimizi duyar, gerisini duymazdan geliriz.”

“Bir şey merak ettim. Neden siz Peter Pan'sınız?” diye sordu genç adam.

“Çocukken en sevdiğim kitaptı.” dedi yaşlı adam.

“Siz?”

“İyi günler genç adam! Bugün size anlatmak istediğim sadece buydu. Şimdi o kızı arayıp özür dilemelisin. Bol şans!”