Yalın-lız-lık-lık-lık-lık
Yalnızlığın farklı tanımları var mı? Yoksa yalnızlık tek parça, objektif, yoruma kapalı bir şey mi?
Yalnızım. Öyle hissediyorum. Belki de hep böyleydim. Belki geçmişi düşünürken kendimi kandırıyorum.
Bir eşim var. Bir evladım. Hepsi bu. Ama bir insan için hayat bundan fazlası olmalı.
Mesela, eşimle bir sorun yaşasam, kime anlatıp rahatlarım? Kiminle fikir alışverişi yaparım?
Cümlelerimi toparlayamıyorum artık. Oysa dört kitap yazdım. Tanrı gibi, dört kitap indirdim yeryüzüne.
O best-seller oldu; benimkini kimse okuyup okumadı, bilmiyorum bile.
Demek istediğim şu: Ben hiç kimsenin hiç kimsesiyim.
Bugün ölsem mesela, kimse rakı masasındaki arkadaşını kaybetmiyor.
Kimse maç izlediği, müzik yaptığı, şiir okuduğu, kitaplar yazdığı, yürüdüğü, sohbet ettiği adamı kaybetmiyor.
Evet, sosyal medya var. İnternet var. Ama birkaç mesaj yollamakla, biriyle gerçekten oturup bir şey paylaşmak aynı şey değil.
Birinin gözlerinin içine bakıp bira içerken derdini anlatmak başka;
binlerce kilometre kablo üzerinden mesaj yollamak başka.
Benim, anı paylaştığım kimse yok.
İnsan, sevdiği şeyleri başkalarıyla paylaşmalı bence.
Alışverişe çıkmalı, halı sahada maç yapmalı, müzik yapmalı, aynı kitabı okumalı, buluşmalı, bir şeyler izlemeli, oynamalı.
Ne yapmaktan hoşlanıyorsan, arada sırada onu paylaşabileceğin birileri olmalı.
Ama benim yazdığım her kitap, aslında bir arkadaş arayışı.
İnsanlarla bir şeyler paylaşmaya çalışıyorum.
Benimkisi bir çığlık.
Belki duyanlar var ama karşılık veren yok.
Kendi sessizliğimde boğuluyorum.
İçim daralıyor.
Geceleri uykum kaçıyor yalnızlığımdan.
Yalnızlık bir vicdan azabı gibi.
İnsan diyor ki, “Bak, seni seven bir eşin, bir kızın var.”
Ama bir de ben varım — ve yapmayı sevdiğim şeyler var.
Onları eşimle, kızıyla paylaşamıyorum.
Bir de küserim ben. Bilmezsiniz.
Geçenlerde eşime yine depresif hissettiğimi söyleyecek oldum, burnumdan geldi.
Birkaç kez denedim. Olmuyor.
Anlamıyor nasıl bir karanlıkta yürümeye çalıştığımı.
Zihnimin içindeki o zorlukları, yıkamadığım, aşamadığım, düzeltemediğim ruhsal ızdıraplarımı anlamıyor.
Ve dinlemiyor.
Ben de vazgeçtim artık.
Bilmesi gerekmiyor.
Zaten hiçbir zaman anlamayacak.
Ama çok yorgun ve yalnızım.
Eskiden arkadaşlarım vardı.
İş çıkışı Kadıköy’de içerdik.
Gece yarılarına kadar müzik yapardık, sabahlara kadar bazen.
Birlikte şiir okur, kitaplardan konuşur, hayatta bir anlam arardık.
Sonra bir ülke değiştirdim, ayrı düştüm.
Bir daha da burada kimseyi bulamadım.
Daha kötüsü, bulmamı engelleyen bomboş duygularım var.
Evden çıkamıyorum.
Kimseyle arkadaşlık kuramıyorum.
Bir iki kişiyle denedim ama olmadı.
Çağırdım, gelmediler.
Yalnız kaldım işte.
Sanırım kanıksadım bunu.
Son günlerini yaşayan, ölümü bekleyen bir hasta gibiyim artık.
Hayatın bana bir sürpriz getireceğine dair inancım yok.
Sadece, kızımın ve eşimin bana ihtiyacı var.
O kadar.
Kendi adıma yaşamak için bir sebebim yok.
Başkaları için yaşama sebeplerim var.
Şimdilik onlar yetiyor.
Ama hayat uzun zamandır gri ve sıkıcı.
Belki hiç tanımadığım biri çıksa, dese ki:
“Ben senin kitabını okudum ve bayıldım!”
Belki o zaman yazmaya devam ederim.
Şimdilerde yazmak da gelmiyor içimden.
İki orospu çocuğu, bedavaya aldıkları kitaba bir puan vermişler.
Dünya çok ilginç bir yer.
Kim ulan o yaşvaklar?
Biri önüme 500 bin euro koysa mesela, önce gider evin borcunu kapatırdım.
Sonra ufak tefek borçları...
Yoruldum.